Gezegenim
Bir Gezegen Var Bende Benden İçeri
13 Nisan 2015 Pazartesi
29 Ağustos 2014 Cuma
Nice yıllara
29 Ağustos 2014 Ankara
Barış’a
Nice
yıllara
Aklanmak
için kaleme sarıldığım, iyi ki gecelerden biri, hem de ne iyi ki. Bunlar
birikenlerden çok biriktirilen sözler benim için. 30 yaşımın tüm güzelliği
üzerimde. Ben dediğime bakma, bu güzel yaşımın ilk gününü sana yazarak geçirmek
istedim. Doğum günü kelimesinin ağırlığı bile sana taşıyor beni sevgilim.
Doğum ne
anlamlı ne çağrışımlı bir kelime. Gerçekten 30 yıl önce bugün mü doğdum ben?
Yoksa içimden ay kanamaya başladığında mı?
Doğmaktan
çok kurulan, inşa edilen, bedenimin karanlık odalarında demlendikçe olduğum,
sordukça yanıldıkça, sonra daha iyi yanıldıkça, kırıla kırıla, devire devire,
mezar denen bedeni yırta yırta VAROLANDAN başka bir şey değilim ben aslında.
Sevgilim;
en güzel yaşım, senin için doğmadıysam da seninle oldum ben, haritanın kayıp parçası?
Pusulamın kuzeyi? Aklımın domino taşlarına kibarca dokunan ellerin dengemi
sarstı biliyorsun. Sadece dengemi mi? Bana dokundu ve küçümsediğim tüm
cümleleri kurdurdu, kapılarında bekletti, rezilleştirdi, çıldırttı, sarsılmış
aklım korktu, aşk beni ensemden tutup bilmediğim bir iklime uyandırdı. Bunu
senden başka kimse yapamazdı, artık eminim.
Sevgilim
ben Esat’ın tüm yokuşlarını sana geliyor diye arşınlamaktayım.
Dinginliğine
sakinliğine, yeryüzünden silindiğine emin olduğum ve iyi ki yanıldığım
nezaketine, ince parmaklarına, dokunduğun eşyalarda bıraktığın izlere âşık
oldum.
Gündelik
hayat sana gelmek için, seni görmek için, sana dokunmak, sesini duymak için
geçmem gereken, seni sevme işçiliğimin zorunlu kayıp bir zamanı benim için.
Gündelik hayat sonunda sen olan, çözmem gereken sıkıcı bir bulmaca.
Senin için
Düğümler atıyorum sevgilim, tüm güzel şeyleri birbirine bağlamak istiyorum, her
düğümü öğrenmek çözmek istiyorum, senin sevdiklerini benimkilere ekliyorum bir tüy
küpe çengeliyle. Tohumun filizin başını bekliyorum. En ince kırılgan dalları en
gergin direklere bağlıyorum. Düğüm atıyorum, sökükleri dikiyorum, şatoları
yıkıyorum, hepsini de sen beni gör diye yapıyorum, sadece sen gör diye.
Biliyorsun
30 yaşımın hak etmişliği heyecanlı kıpırdıyor içimde, şenliklerim senin için
sevgilim.
Ve elbette
bu yazı senin için, bildiğimi sandığım her şeyi unutmayı öğrettiğin için ve
cehaletime gülümsediğin için, hep soru sorduğun, hep sorgulattığın için, ilk
karşılaşmamızda, Kaos’un kapısını o gün sen açtığın için (ve Kaostaki en
yakışıklı lubunya olduğun için)
Hem bu
kadar sakin, hem bu kadar muzip, hem bu kadar muhalif olduğun için,
Bana hep
inandığın için, yeryüzünde benim özgürlüğümü önemseyen, bunu bana hissettiren
tek insan olduğun için. Özgürlüğüme değer verip birlikteliğimiz kadar
yalnızlığımı da önemsediğin için.
Sıkılmadan
çocukluğumu dinlediğin için, (kolay değil 3 yaşımdan itibaren neredeyse her
günümü hatırlıyorum ve anlatıyorum) sabırla beni dinlediğin için.
Yaşadığım
tüm haksızlığa, hukuksuzluğa karşı benimle birlikte mücadele ettiğin için.
Dünyayı değiştirme hayaline beni de dâhil ettiğin için ve devrimin burada,
bende başlayacağını, önce kendimi alaşağı etmem gerektiğini hatırlattığın için.
Sesin bu
kadar güzel olduğu için ve sıkılmadan dinleyebildiğim tek insan olduğun için,
hayatıma dokunduğun için,
Kısaca
sevgilim, tutunduğum göbek bağında hissettiğim güvensizliği, korkuyu
unutturduğun için, ismin Barış olduğu için Şenlikler Sana sevgilim, nice
yaşlara.
Aras Güngör
4 Aralık 2012 Salı
Evlilik Programında Eşcinsel Evlilik Talebi
Ekin Tv'de yayınlanan evlilik programında arayan erkek katılımcı kadın yerine bir başka erkek yarışmacıya talip oldu. Olanlar oldu.
Bülent bey: Çok beğendim çok güzel hanımlar ama benim adayım
Haluk Bey
Sunucu: Neyyy?
B: Haluk bey
S: İnanamıyorum
B: Ben size şöyle söyleyeyim yıllarca Hollanda’da yaşadım
S: Şaka yapıyorsunuz, (gülüşmeler)
S: Haluk Bey talip sizeymiş
B: Haluk Bey’e talibim ben daha önce bir evlilik yaptım
Haluk Bey: Şaka mı acaba
B: Yok gerçek, gerçek Haluk Bey
S: Pardon?
B: Haluk beyle görüşebilir miyim?
H: Benim buyurun
Gülüşmeler
B: Size şöyle söyleyeyim, kendinize bakan bir insansınız
S: Bülent Bey, Bülent Bey
B: Buyurun
H: Anlayamadım ki, siz bana niye talip oluyorsunuz ki,
anlayamadım ben bu işi
S: Bülent Bey yanlış anladık sanırım
B: Hayır hayır yanlış anlamadınız, ben Hollanda’da daha önce
bir bayla evliydim
S: Efendim?
B: Hollanda’da biliyorsunuz bu işler resmidir yani erkek
erkeğe evlilik
S: Erkek erkeğe mi?
B: Erkek erkeğe evet resmidir diyorum
Diğer Kadın Yarışmacı: Evet doğrudur orada Hollanda’da böyle
bir grup var
S: Bu şaka bu gerçekten gerçek olamaz
D: Yok beyefendinin dediği doğru ama Bülent beyin dediği
H: Benim gibi bir adama.. Yani ben bunu hiç duymamış olayım,
siz de aramamış olun beni... Beyefendi, öyle birşey olamaz Hollanda beni ilgilendirmez. Ben Türk erkeğiyim sapına kadar da erkeğim. (gitar giriyor)
S: Bülent Bey hatta mısınız? Hat düştü, isabet bir karar olmuş.
Burada bitiyor konuşma.
Öncesinde Bülent Bey'in arabaları, evleri, malvarlığı hepsinin ağzını nasıl da sulandırıyor izlerseniz görüntüleri. Sonrasında sapına kadar erkek oluyorlar. Sapına kadar erkek ne demekse artık?
Burada bitiyor konuşma.
Öncesinde Bülent Bey'in arabaları, evleri, malvarlığı hepsinin ağzını nasıl da sulandırıyor izlerseniz görüntüleri. Sonrasında sapına kadar erkek oluyorlar. Sapına kadar erkek ne demekse artık?
Şaka gibi geliyor insanlara eşcinsellerin evlilik talepleri.
Duyduklarına inanamıyorlar, inanmak istemiyorlar, aklını kaçırmış birisiymiş
gibi davranıyorlar, oysa eşcinseller bunları sizlerden öğrendi ve sizin sahip
olduğunuz bir “hak”ka sahip olmak istiyorlar sadece, burada şaşırılacak ne var
ki? Öncelikle topluca şaşırmamız gereken TV’lerde eş aramak olmasın sakın???
15 Kasım 2012 Perşembe
Anayasa'ya "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği" ifadeleri eklensin!
Anayasa'nın eşitlik maddesinde "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği" ifadeleri eklensin…
Eğer herkes eşit ise bizim de Anayasa'da yer almamız gerekir. (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) LGBT’ler olmadan yeni Anayasa olmaz, eksik kalır.
Cinsel yönelimin içinde yer almadığı bir madde olmadan eşitliğin sağlanacağını düşünmüyoruz. Eğer herkes eşit ise eşcinsellerin, biseksüellerin, transların da Anayasa'da yer alması gerekir. Aksi takdirde Anayasa’nın eşitliği düzenleyen maddesi eksik olur.
Türkiye'de şu kadar insan eşcinsel, şu kadar insan trans demeye de gerek yok. Bir kişinin bile canı yanıyorsa, bir kişi bile cinsel yöneliminden/cinsiyet kimliğinden dolayı nefretle karşı karşıya kalıyor, cinayete kurban gidiyorsa bunun tanımlanması gerekiyor.
Hükümetin, “Herkes eşittir” yönündeki söylemlerini gerçekten yerine getirmesini istiyoruz.
2002 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bir TV programında dillendirdiği “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” sözlerini yeniden yeniden hatırlatmak da görevimiz!
Kampanyaya katılıp imza atmak için: http://www.change.org/tr/kampanyalar/t%C3%BCrkiye-cumhuriyeti-cumhurba%C5%9Fkanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ve-tbmm-anayasa-uzla%C5%9Fma-komisyonu-anayasa-ya-cinsel-y%C3%B6nelim-ve-cinsiyet-kimli%C4%9Fi-ifadeleri-eklensin-2
Mektuplarınız e-mail yoluyla başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere Anayasa Komisyonu’ndaki yetkililere gönderilecektir:
T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu)
Anayasa Komisyonu Başkanı (Burhan Kuzu)
Anayasa Komisyonu Sözcüsü (İSMET SU)
Anayasa Komisyonu Katip Üyesi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi (FATOŞ GÜRKAN)
Anayasa Komisyonu Üyesi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi (CANAN CANDEMİR ÇELİK)
Anayasa Komisyonu Üyesi Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi (AYLA AKAT)
Anayasa Komisyonu Üyesi (AYŞE TÜRKMENOĞLU)
Anayasa'ya "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği" ifadeleri eklensin!
8 Kasım 2012 Perşembe
Avcılar'da Evleri Mühürlenen Translardan Açıklama
07.11.2012
Kamuoyuna,
Avcılar’da
süregelen transseksüel kadın linç kampanyası bugün nihai amacına ulaşmıştır. Hiçbir
gerekçe ve delil gösterilmeden evlerimiz mühürlendi ve elimizde zar zor alabildiğimiz
bir iki parça kıyafetlerimizle kışın ortasında sokakta kaldık. Bütün resmi
kurumlara başvurmamıza rağmen hiçbir açıklama yapma gereği duymadan
evlerimizden atıldık.
10
– 15 yıldır transseksüel kadınların oturduğu bu sitede daha düne kadar hiçbir
sorun yok iken, kentsel dönüşümle arsa payı değerlerinin artmasıyla transseksüel
kadınlar kötu ilan edilmiş ve yıllardır oturdukları evlerinden atılmaya çalışılmıştır.
Kaymakamlık ve Emniyet’in desteği ile de amaçlarına ulaşmışlardır. 3 aydır sürekli
hakaret ve tehditlere maruz kaldık. Sitenin önünde ve arkasında 10 u çocuk 30 kişilik
bir kalabalıkla sürekli eylem yaptılar. Megafonlarla bağırarak fuhuşa hayır
derken bir yandan da “translara hayır, ne idüğü belirsiz yaratıklar, bunları da
alın askere, birincisi, ikincisi hani bunun üçüncüsü gel de çocuğuma ne olduğunu
sen anlat” diyerek sürekli bize hakaret ve tehditlerde bulundular. Bizleri
tahrik etmeye çalıştılar. Ateşler yakıp ateş etrafında “PKK ile nasıl savaştıysak
travestilerle de savaşırız” diyerek savaş çığırtkanlığı yaparak linç kampanyasını
bir adım öteye götürmeye çalıştılar. Haftalarca Avcılar’da bütün esnafları ve
okul aile birimlerini gezip el ilanları dağıtmak suretiyle insanları bize karşı
kışkırttılar. TV kanalları aracılığıyla bile bize saldırdılar. Bizlere
hakaret edip bazı arkadaşlarımızın kimlik isimlerini kullanarak deşifre olmalarına
ve hatta bir arkadaşımızın intiharına sebep oldular. Sürekli arkadaşlarımızın
aileleri aranıp çocuklarının trans olduğu ve fuhuş yaptığı ile ilgili bilgi
vererek çıldırma noktasına gelmemiz için çabalamışlardır.
Onca
kışkırtma ve yönlendirmeye rağmen sağduyulu halkımız bu oyuna kanmamış ve o savaş
çığırtkanlığı yapan grubun sayısı 40 ı geçememiştir. Haftalar boyunca polis eşliğinde
bize yapılan onca saldırıya ve bizden bunu beklemelerine rağmen biz hiçbir şey yapmadık.
Devlete güvendik, polise ve savcıya güvendik ama yine de bizzat Kaymakamlık tarafından
evlerimiz mühürlendi.
Eylemler
yan binada yasayanlar tarafından başlatılmıştı. Daha sonra yüzlerce insanın yaşadığı
siteden sadece yönetici Selim Palandöken ve Hürriyet Aydın adlı şahıslar 3 gün
sonra o da lutfen katildi. Her fırsatta bizim fuhuş yapmamızdan rahatsız olduğunu
söyleyen grup, sitede çalışan hayat kadınlarına dokunmamış üstelik yönetici eliyle
bunlardan rant sağlamıştır. Yıllardır fuhuş yapanlardan nemalanan yönetici,
daha düne kadar evlerimizden çıkmayan Hürriyet Aydın, birden bizlere düşman olmuş
ve iktidar yanlısı kaypak beyinler gibi taraf değiştirmişlerdir. Bizden rahatsız
olduklarını söyleyip bir yandan da sürekli yeni evler satın almaya devam
ettiler ve bunlar da yetmemiş olacak ki, evlerinin değerinin bizim yüzümüzden düştüğünü
her fırsatta dile getirip şimdi bizim evlerimize göz dikmişlerdir.
Tuğrul
– Gaye Selçuk çiftinin ve Topal İsmail diye anılan engelli şahsin sürekli
olarak pahalı lüks otomobil ve jeeplerinin içerisinden megafonla bize hakaret
etmeleri ve dışarı çıkamaz hale getirilmemiz yetmemiş olacak ki, şimdi de
Emniyet ve Kaymakamlık vasıtasıyla her şeyi kılıfına uydurulup ortada fuhuşa
dair delil olmamasına rağmen, her trans kadın fahişedir mantığına istinaden
inisiyatiflerini kullanıp evlerimizi mühürlemek suretiyle sokağa attılar.
Toplam
8 ev mühürlendi. 14 transseksüel kadın kışın ortasında sokakta kaldı. İçimizde fuhuş
yapmak zorunda bırakılan da var inadına yapmayan da var. Çok zor durumdayız! İnsanin
cenneti evidir. Cennetimi aldılar. İnsanin evi kalesidir. Kalemi aldılar. Yıllardır
fuhuş yani zorunlu seks isçiliğine zorlanan transların fuhuş yapmak zorunda olmalarının
faturası yine onlara kesildi. Fuhuş yapmayan transların fahişe muamelesi görmesi
engellenmedi, engellenemedi. Yaşam ve barınma hakkımıza saygı duyulmadı. Ödediğimiz
vergilerin bize yol, su ve elektrik olarak döneceğini beklerken, hakaret,
tehdit ve aşağılanma olarak dondu. Vergisini ödediğim evim elimden alındı. Ödediğim
vergilerle maaşını alan memur benim evimi mühürledi ve beni sokağa attı.
Biz
de bu ülkenin vatandaşlarıyız, vergi mükellefleriyiz ve insanıyız. Bizim de atalarımız
bu topraklar için cani pahasına savaştı. Bizim de atalarımız bu toprağın altında
yatıyor.
İnsanlar
beni sevmek zorunda değil ama bana saygı duymak zorundalar. Benim yasam ve barınma
hakkıma saygı duymak zorundalar. Ama bu ülkenin vatandaşlarını sahip olduğu her
hakka benim de sahip olmam gerekirken bizzat Savcılık ve Kaymakamlık eliyle
yasam ve barınma hakkımız gasp edilmiş ve elimizden alınmıştır. Can güvenliğimiz
yok, yatacak yerimiz yok ve artık 3 aylığına da olsa yaşayabileceğimiz bir
evimiz yok. Bizler insanların yüreklerine sığınmış evsizler değiliz. Hayattan,
insanlardan ve Devletimizden bizim olanı istiyoruz sadece.
YAŞAM
ve BARINMA HAKKIMIZ ENGELLENEMEZ...
Avcılar
Meis Sitesi Trans Kadınlar İnisiyatif Grubu
Oya
Sultan - Michelle Demishevich
3 Kasım 2012 Cumartesi
AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR VE DİRENEN KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR!
Yeryüzüne Özgürlük Derneği açlık greviyle ilgili bir basın açıklaması yayınlamış:
AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR VE DİRENEN KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR!
BASINA ve KAMUOYUNA,
12 Eylül 2012'den bu yana açlık grevinde olan ve sayıları 700'e
yaklaşan siyasî tutsağın, bugün itibari ile eylemlerinin 53. gününe girilmiş
bulunulmaktadır. Sağlık durumlarının kritik olması ve gittikçe kötüleşmesine
rağmen, hükûmet ve yandaş medya organları, bu sessiz isyanı gözardı etmek için
eylemleri, kamuoyu nezdinde manipüle etmek ve halkı oyalamaya çalışmaktan geri
kalmayan kirli bir oyun oynamaktadır. Geçtiğimiz sene Aralık ayında Roboski'de
olduğu gibi, bizzat devletin ordusunun savaş uçakları
tarafından üzerilerine bomba yağdırılıp öldürülen 34 insan için özür
dileme gereği bile duymayan, Gazi ve Sivas katliamlarında olduğu gibi birçok
katliamda, soruşturmaları zaman aşımına terk eden ve açtığı yaraların kapanması
yönünde en ufak bir telafi çabası göstermeyen, yıkıcı politikalarından
vazgeçmeye asla niyeti olmadığına her geçen gün şahit olduğumuz iktidar, yine
yaşamları hedef almaya devam ediyor.
Her türlü devlet organınca baskı altında yaşamaya zorlanan,
hapishanelerde türlü işkence ve kötü muameleyle sindirilmeye çalışılan siyasî
tutsaklar, açlık grevlerine tamamen insanî talepler üzerinden başladıklarını ve
bundan başka çarelerinin kalmadığını belirtmiş, sonunun ölüm veya kalıcı
rahatsızlıklara neden olabileceğinin bilincinde olarak, bedenlerini zindanlara
karşı son direniş kalesi haline getirmişlerdir. 12 Eylül'de açlık grevine
başlayan tutsaklardan bazıları, direnişlerini ölüm orucuna çevirdiklerini
çeşitli medya organları üzerinden duyurmuş, çaresizliğe mahkûm edilen,
özgürlükleri ve yaşamları gaspedilenler olarak, devletin ve medyanın bu
kayıtsız tutumunu teşhir etmek için, direnişi sokağa dökme çağrısında
bulunmuşlardır.
Buna karşı devletin, çözümün çok uzağında yer alan tutumu,
tutsakların taleplerini hiçe sayarak, eylemleri kamuoyu nezdinde "örgüt
infazı"ymış gibi gösteren, kendi sığ politikalarına altyapı kazandırmaya
çalışan, dün olduğu gibi bugün de birçok konuda kayıtsızlığına şahit olduğumuz
medyaya ek olarak, Bakan Ergin'in “Her şey kontrol altında, açlık
grevindekilerin sağlığına ve hayatlarına titizlikle yaklaşıyoruz, olumsuz bir
duruma müsaade etmeyeceğiz” gibi 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonlarından
hatırlayacağımız bir üslupla, eylemcilere izolasyon tehdidinde bulunulmaktadır.
Ayrıca, bazı cezaevlerinde tutsakların sıvı ve B1 vitamini ihtiyaçlarının
giderilmesine izin verilmeyerek, işkence mekanizmasını alttan alta devreye
sokan devlet, bununla da yetinemeyerek, çocukları ve yakınları için endişelenerek
cezaevi önlerinde toplanan ailelere ve destekçilerine, gaz bombaları ve
coplarla müdahale etmiş, ayrıca resmi-sivil faşist grupları eylemcilerin
üzerine kışkırtmaktan geri kalmamış ve çığ gibi büyüyen bu tepkiye karşı her
türlü baskı mekanizmasını devreye sokmuştur.
Kürt siyasî tutsakların talepleri, Kürt halkının verdiği hak ve
özgürlük mücadelesinin talepleriyle paraleldir. Bu eksende, uzun yıllardır
süren bir mücadelenin cezaevlerindeki son hali olan bu direniş, tutsakların
öncülüğünde sokaklara taşınmış, Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde ve hatta
yurt dışında, cezaevi önlerinde veya şehir merkezlerinde dayanışma eylemleri
gerçekleştirilmiştir. Günden güne çığ gibi büyüyen ve 30 Ekim'de birçok
ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen eylemlerle doruğuna ulaşan tepkilere,
kolluk güçleri tarafından ırkçı-faşistlerin de eşlik etmesiyle birlikte zalimce
ve insafsızca saldırılmıştır. Devletin ve toplumun bu alışılagelmiş ve kasıtlı
suskunluğuna sokaklarda tepkisini gösteren binlerce insan ve tutsak yakını
polis şiddetine maruz kalmış, yüzlercesi de gözaltına alınmıştır.
Son
olarak, toplumsal gösterilere katıldıkları gerekçesiyle TMK kapsamında
yargılanan ve Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı İnfaz Kurumu’nda tutulan bazı
çocukların da süresiz açlık grevlerine katıldıkları haberini almış
bulunmaktaydık ki yaşları 14 ile 16 arasında değişen bu
çocuklar, BDP'li milletvekili Pervin Buldan'ın ve insan hakları
aktivistlerinin ikna çabalarıyla eylemlerini sonlandırmıştır. Yetişkinlere göre
açlık grevi sürecinde çok daha bitkin duruma düşen bu çocuklar, açlık
grevlerinde herhangi bir ölüm yaşanması durumunda tekrar açlık grevine
başlayacaklarını ve ikna konusunda kimse ile görüşmeyeceklerini de duyurmuştur.
Bu çocuk tutsakların, açlık grevlerine "çocuk olarak" sağladıkları
katılım ve yine çocuk olarak bu süreçte ruhsal ve bedensel olarak yaşadıkları,
muhalif kesimler de dahil olmak üzere kamuoyunca fazlasıyla ihmal edilmektedir.
Medyada ve toplumda, bir ünlünün giydiği kürk kadar gündem maddesi
oluşturamayan bu sancılı süreç, insanlık denilen içi boş kavramın bir kez daha
olmadığını bizlere göstermiştir. Medyada yer alan ve Başbakan'ın da
kullanmaktan utanmadığı "kuzu şiş"
gibi saçma sapan haberlerin ve Bakan Ergin'in "her şey kontrol
altında" açıklamalarının aksine, Tekirdağ F-Tipi Cezaevi'nde doktorların
açlık grevindeki tutsaklara tıbbî kontrol uygulamamasının ayyuka çıkması, açlık
grevindeki insanların ne kadar önemsendiğini gözler önüne sermiştir. Özellikle
Siirt E-Tipi Kapalı Cezaevi'nde ve Kandıra 1 No'lu F-Tipi Cezaevi'nde
tutsaklarda kalp sıkışması, nabız-tansiyon düzensizliği, böbreklerde ve idrar
yollarında ağrılar, şiddetli baş ağrıları, göz kararmaları, çarpıntı, mide
bulantısı, çeşitli kanamalar olduğu ve bazı kadın tutsakların midelerinin
artık sıvı kabul etmediği, açlık grevini sürdüren tutsakların ısınma
sorunlarına dair haberler gelmeye başlamıştır.
Günlerdir, dönüşümsüz açlık grevine devam eden yüzlerce
tutsaktan bazıları, musluk suyu ile eylemlerine devam etmekte, geçmiş yıllarda
benzer açlık grevlerinde yaşananlardan daha beteri günümüzde yaşanmakta,
tutsakların en yaşamsal ihtiyaçları bile cezaevi idarelerince karşılanmamakta ve
görmezden gelinmekte, Türk Tabipler Birliği'nin Adalet Bakanlığı'na yapmış
olduğu "izleme" başvurusu halen yanıtsız bırakılmakta, tutsaklara
ulaşmak isteyen bağımsız, tarafsız, gönüllü hekimlerin girişimleri yok
sayılmakta ve açlık grevini sürdüren tutsakların yaşadığı süreç en azından
tıbben dahi olsa izlenememektedir. Açlık grevi gibi metabolizmayı yoran ve
kalıcı, ölümcül sonucu olan eylemlerde dışarıdan takviye ile alınması zaruri
olan B1 vitamininin bile tutsaklara verilmeyişi ve geciktirilmesi, bu konuda
cezaevi idarelerince sürdürülen gelişigüzel uygulamalar, bakanların,
Başbakan'ın ve medyanın açlık grevlerine karşı tutumu, günden güne bedenlerini
tüketen tutsakların hayatlarının ve taleplerinin ne denli dikkate alındığının
bir göstergesidir. Bu nedenle, yaşanan bu süreci endişe ile izlemeye devam
ediyoruz.
Zindanlardaki bu çığlığa kayıtsız kalmayı yeğleyen devletin ve
medyanın bu tutumunu kınıyor, çok yakın bir süre içerisinde üzücü sonlara sahne
olabilecek cezaevlerinde yaşanan ve yaşanacak tüm hak ihlallerinden devleti
sorumlu tutuyoruz. Açlık grevindeki tutsakların ve Kürt halkının hak ve
özgürlük mücadelelerinde yalnız olmadıklarını ve onları, özellikle yakın
tarihte, yaşanan birçok katliamın, faşist eylem ve girişimin, acıların baş
sorumlusu olan devletle mücadelelerinde yalnız bırakmayacağımızı bir kez daha
belirtmek istiyoruz.
Endişe ile izlediğimiz bu süreçte, haklara duyarlı olan tüm
kesimleri dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.
Birimiz özgür değilsek, hiçbirimiz özgür değiliz!
Tüm politik tutsaklara özgürlük!
İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük!
Yeryüzüne Özgürlük Derneği yeryuzuneozgurluk@gmail.com
03
Kasım 2012
2 Kasım 2012 Cuma
Ölüm değil çözüm istiyorum!
12 Eylül’den beri izliyorlar… Aslına bakarsanız yıllardır
izliyorlar. Sadece yaptıkları bu. 1950’de Nazım Hikmet’i izlediler. 1963’te
Celal Bayar’ı, 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ı izlediler. 1984’te
Devrimci Sol ve TİKB’den 400 mahkumu izlediler ve o sene Abdullah
Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş ve Hasan Telci’nin ölümünü
izlediler… 1987'de Sağmacılar Cezaevinde 50 mahkumun açlık grevini, 1996
yılında 43 cezaevinde 2174 mahkumun açlık grevini ve 355 mahkumun ölüm
orucunu, 20 Ekim 2000’de 816 mahkûmun başlattığı açlık grevinin bir ay
sonra ölüm orucuna dönmesini ve 30 mahkumun ve 2 jandarmanın Hayata
Dönüş operasyonuyla öldürülmesini ve açlık grevleri nedeniyle pekçok mahkûmun Wernicke Korsakoff
sendromu olmak üzere birçok açlığa bağlı hastalığa yakalanmasını…
ve sonra PKK, PJAK ve KCK davalarından
hükümlü ve tutukluların açlık grevi eylemi 12 Eylül'de Abdullah Öcalan'a
yönelik tecridin kaldırılması, Kürtçenin anadil olarak kamusal alanda
kullanılması talepleriyle 7 cezaevinde bulunan 63 kişi tarafından başlatıldı.
Son açlık grevinin 50. gününde 66 ayrı cezaevinde 683 kişinin
açlık grevinde olduğunu Adalet
Bakanı Sadullah Ergin
açıkladı.
12 Eylül’den beri
“resmen” insanların ölümleriyle ilgilenmediklerini gösteriyorlar, “açlık
grevinde kimse yok” diyorlar, “birileri karınlarını doyururken onlar aç kalıyor”
diye bu kadar ciddi bir olayı kolayca ve fütursuzca manipüle ediyorlar, daha da
ileri gidip “açlık grevindekiler şov yapıyor” diyorlar.
Daha ne kadar bu durum görmezden gelinebilir?
Devlet insanları
yaşatmak için mi vardır yoksa öldürmek için mi?
Bu sorgulamaları 14
yıllık LGBT aktivizmi hayatımda eşcinsel, transeksüel arkadaşlarım teker teker
öldürülürken çok fazla yaptım ve maalesef devletin eşcinsel ve transeksüel bireylerin ölümleri karşısında da hiçbir
adım atmaması ve LGBT konusunda inanılmaz bir şekilde görmezden gelme direnci göstermesiyle insanların
ölümleriyle ilgilenmediğini acı bir şekilde öğrendim…
Daha fazla
bunları öğrenmemek için ben de şunu diyorum:
“Eşcinselim,
ötekileştiriliyorum, Kürt Halkının haklı mücadelesine ve açlık grevine destek için,
insan olarak grevdeyim! Ölüm değil çözüm istiyorum!”
Barış Sulu
Fotoğraf: Aras Güngör
18 Ekim 2012 Perşembe
Transları “hasta” etme!
20 Ekim 2012’de dünyanın farklı şehirlerinde trans bireyler
hep birlikte haykıracak: “Transları ‘hasta’ etme” Çünkü
Trans Kimliklerin Hastalık Tanımından Çıkarılması
ICIN Uluslararası Eylem Günü kampanyası 20 Ekim’de
dünyanın farklı şehirlerinde gerçekleşecek.
2007 yılından bu yana Ekim ayında düzenlenen Kampanyanın
Temel amaçları, sözde cinsiyet kimlik bozukluklarının teşhis kılavuzlarından
çıkarılması (Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 2013'te yenilenecek DSM'si ve
Dünya Sağlık Örgütü'nün 2015'te yenilenecek ICD'si) ve trans bireylerin sağlık
haklarının güvence altına alınması.
Kampanyanın web sitesinde:
“Stop
Trans Pathologization-2012 kampanyası, International Net for Trans
Depathologization ile eşgüdümlü bir faaliyettir. Bu ağ başta İspanya olmak
üzere dünyanın farklı ülkelerinde trans kimliklerin hastalık sınıflamasından
çıkarılması için çalışan savunucuların kurduğu bir platformdur.
Aktivistlerin birçoğu İspanya’da yaşıyor olsa da transeksüelliğin hastalık tanımından çıkarılması uluslararası kurumlara bağlıdır, bu nedenle amaçlarımız uluslararası seviyeyededir.” denilmekte.
Aktivistlerin birçoğu İspanya’da yaşıyor olsa da transeksüelliğin hastalık tanımından çıkarılması uluslararası kurumlara bağlıdır, bu nedenle amaçlarımız uluslararası seviyeyededir.” denilmekte.
Kampanyayla sesini duyurmaya çalışan Trans bireylerin
talepleri şöyle sıralanıyor:
1. “Cinsiyet Kimliği Bozukluğu” tanımının uluslararası teşhis kılavuzlarından çıkarılması (DSM-V ve ICD-11’in gelecek uyarlamaları)
2. Cinsiyet düzeltme sürecinin sağlık sistemi tarafından sigortalanması
3. Interseks bireyler üzerindeki ikili cinsiyet sistemine normalleştirme terapilerinin
durdurulması
4. Hormon terapisi ve cerrahi desteğe zorunlu psikiyatrik takip olmaksızın ücretsiz ulaşım
5. Transfobi karşıtı mücadele: Eğitim, trans bireylerin istihdamı ve sosyal hayata dahil edilmesi, ayrıca sosyal ve kurumsal transfobinin her çeşidinin ifşa ve rapor edilmesi.
Web sitesinde ayrıca manifesto da yayınlanmakta. Manifestoda “Bir kez daha
kamuya, cinsiyet kimliklerinin hastalık olarak ele alınmasına,"cinsiyet
kimliği bozukluğu" olarak anılan hastalığın sonuçlarına itiraz ettiğimizi
iletiyoruz. Aynı yolda interseks bireylerin de güncel tıbbi uygulamalar sonucu
maruz kaldığı şiddeti görünür kılmak istiyoruz.” denilmekte.
Manifesto şöyle
devam ediyor: “Transseksüellik ve interseksüellik için var olan tedavi
prosedürlerinin temel aldığı paradigma bu süreci ikili cinsiyet sistemi içinde
normalleştirmeye zorlayan tıbbi prosedürler haline getiriyor. Bu "norma
zorlamak"tır; çünkü bu prosedürler çeşitliliği statiksel ve politik olarak
normal varsayılan sadece iki çeşit varoluşa ve yaşama indirgiyor. Bu
prosedürleri eleştirmemizin yanı sıra kendi kimliklerimizi yaşamak için psikiyatrinin
kadın ve erkek tanımlarına adapte olmayı reddediyoruz. Tıbbi kurumlar
tarafından bize dayatılan hiçbir etikete ya da tanımlamaya itaat etmeyeceğiz.
Kendi kendimizi adlandırma hakkımızı talep ediyoruz.
Günümüzde
transseksüellik ICD-10 (Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Hastalık
Sınıflandırılması//International Classification of Diseases from the World
Health Organization) ve DSM-IV-R (Amerikan Psikiyatri Derneğin’nin Zihinsel
Bozuklukların Tanısal Ve Sayımsal El Kitabı) içinde zihinsel bir hastalık:
"Cinsiyet Kimliği Bozukluğu" olarak nitelendiriliyor. Bu tanımlamalar
dünyanın her tarafındaki doktorlar tarafından hastalık tanımlamalarında kılavuz
olarak kullanılıyor. Cinsiyet standartlarına uymayanların karşılaştığı sosyal
şiddet görünmez kılınıyor. Bu şekilde aktif olarak problemin cinsiyet kimliği
değil, transfobi olduğu göz ardı ediliyor.”
Siz
de bu kampanyayı desteklemek istiyorsanız contact@stp2012.info adresine e-posta
gönderebilirsiniz.
7 Ekim 2012 Pazar
Kelle koltukta yaşamayı kim hayal eder ki?
Yaklaşık bir ay önce çalışma hayatında lezbiyen, gey, trans
bireylerin yaşadığı sorunlar ile ilgili bir araştırma yaparken seks işçiliği
yapan trans arkadaşlarla da görüştüm. Sorduğum sorulardan birisi de “kendinizi
korumak için, güvenliğinizi sağlamak için ne gibi önlemler alıyorsunuz”du. Çoğu
önlem almadığını söyledi ve şu yanıtı verdi, “kelle koltukta yaşıyoruz”
Evet bu cümle zaten olayı özetliyor.
Bilmeyenler için bir öğretici bir yazı olacak bu,
Bilenler içinse bir tekrar...
Translar da seks işçiliği yapmasın deniyor. Kolayca çıkıveriyor
bu cümle ağızlardan. Evet yapmasın, zaten temas halinde olduğum ve seks
işçiliği yapan bir çok trans arkadaşım da seks işçiliği yapmak istemiyor. İş bulamadıkları
için, iş bulamayacaklarını düşündükleri için seks işçiliğinden başka seçenek
bırakılmadığı için seks işçiliğine yöneliyorlar.
Konu biraz daha önceye dayanıyor elbette, eğitim hayatında (ilkokul,
lise, üniversite) sen bir insana farklı olduğunu sürekli hissettir, yoksay, el
kol hareketlerinden, konuşmasından dolayı dalga geç, dışla, ötekileştir ve
sonra da eğitimini tamamlamasını bekle. Diyelim tüm bunlardan kaçabildi,
kendisini koruyabildi, diplomasını alabildi… Üniversite sınavına girerken
transların ne yaşadıklarından haberi olan var mı? Üniversite sınavına girenler
bilirler nasıl üst düzey bir güvenlikten geçtikten sonra o soruları çözmeye
başladıklarını, transsın, kimlikteki fotoğrafın/görüntün değişik olabilir,
kimlikte yazan ismin farklı olabilir, pembe kimliğin olması beklenirken mavi
kimliğini çıkartınca o güvenlik görevlilerinin önyargılarını aşmayı bir dene
bakalım, bunu kaçınız biliyor? Ya da kaçınız bunu yaşadınız? Evet trans
arkadaşlarımın tümü bunu yaşadılar, sadece sınava girerken de değil, hayatlarının
kimlik kullanılması gereken tüm alanlarında “acaba sorun çıkacak mı” sorusunu
sormak zorunda bırakılıyorlar. Bankada, hastanede, otelde, yolculukta, okulda,
sınavda, noterde, devlet dairelerinde, barda… Tüm bu alanları kullanırken
binbir sıkıntı çekiyorlar. Soğuk terler döküyorlar. Bunları yaşatmaya ne
hakkınız var?
Üniversite sınavına girebildi diyelim tüm bu stresi atlatıp
soruları rahatça çözebildi, sonuçları geldi, tercihini yaptı ve sonra bir
üniversiteye yerleşti, tüm sorunlar bitti mi? Bitmedi ama hızlı geçelim bu
kısmı da, üniversiteden de mezun olabildi… Trans bir birey diplomalı…
Çevremdeki seks işçiliği yapan birçok arkadaşım bu kısımları
sorunlu da olsa atlatmışlar, diplomalarını da almışlar, evde saklıyorlar… Çünkü
iş veren birileri yok.. Devlete de memur olamıyorlar, cinsel kimlikleri yüz
kızartıcı suç kapsamında çünkü. Çoğu trans arkadaşım da bu kısımları
atlatamamış ve liseden ayrılır ayrılmaz seks işçiliğine başlamış. Şimdi sorun bu
kişilerin seks işçiliği yapmalarında mı seks işçiliği yapma kararı verene kadar
yaşadıklarında mı?
Cinsiyetin ile ilgili ortada bir sorun olduğunu
düşünüyorsun. Ama bir de bakmışsın ki sana bu toplum bedenini satmaktan başka
alan bırakmamış… Bunları mı düşünüyordu acaba trans arkadaşlar çocukken. Büyüyünce
seks işçisi olacağım, her gece şiddet yaşayacağım, varoluşum nedeniyle benden
nefret eden insanlarla uğraşacağım, sabah bana laf atan akşam koynuma girmek
isteyen ikiyüzlülerle karşılaşacağım…. Bunları mı hayal ediyorlardı
sanıyorsunuz?
Kelle koltukta yaşamayı kim hayal eder ki?
Durun bir iki dakika düşünün, “mavi gözlüsünüz” diye sizin canınızı yakmak isteyen insanların olduğunu aklınızdan geçirin. Ne kadar tuhaf değil mi? İnsan hiç “mavi gözlü” diye canı yakılmak istenebilir mi? Ne kadar mantıksız, ne kadar akıl almaz?
21 Eylül 2012 Cuma
İyi ki de bu günleri gördük
1996 yılıydı. Kaos GL dergisiyle karşılaşmıştım. Kapağında iki erkek öpüşüyordu. İki erkeğin öpüştüğünü gördüğümde hayatım değişmişti. Eşcinselliğimin peşinden gitmeye karar verdiğimde 18 yaşındaydım ve tüm bunlardan ailemin bu sene haberi oldu…
***
Yaklaşık 10 günlüğüne Aras ile tatildeydik. Antalya, Olimpos, Kuşadası derken annemlere, Nazilli’ye de uğrayalım dedik. Ne de olsa babam Hürriyet gazetesinde çıkan röportajımız sonrasında telefonda bana açılmıştı. Birkaç şok birden yaşatmıştım kendisine o telefon konuşmasında ama sonunda hayırlı olan oldu, eşcinsellik konusunda iletişim kurabildik.
Şöyle bir telefon konuşmasıydı:
-Nasılsın Barış?
-İyiyim babacığım siz nasılsınız?
-İyiyiz yavrum, neler yapıyorsun, ne var ne yok?
-Aras ile ev bakıyoruz birlikte eve çıkacağız.
-Evet, okudum gazetede, annene de okudum sonra, size de bir şey yapamadık, kusura bakmayın.
-Yok, sorun değil babacığım biz çeyiz de düzüyoruz zaten yeni evimiz için
Sonrasında 34 yıllık derin bir nefes almıştım çok iyi hatırlıyorum. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden de geçmişti. Yüz yüze karşılaştığımızda neler neler konuşacaktık acaba, Aras ile birlikte bu sefer yanlarına gittiğimizde nasıl karşılayacaklardı? Sorular sorular sorular…
Geçmiş onlarca seneyi bir şekilde telafi etmenin zamanı gelmişti kısacası. Cinsel kimliğime dair 34 yıllık suskunluğu aşmıştık, şimdi aramızdaki bu engeli kaldırıp rahat rahat konuşmanın zamanıydı. Tatil için de bu kadar yaklaşmışken Nazilli’ye, uğramamak olmazdı annemlere.
Kuşadası’ndan Nazilli’ye 2 saatlik yolda çok ama çok heyecanlıydım ama sanki sadece Aras heyecanlıymış ben de hiç heyecanlı değilmişim gibi “Heyecanlı mısın?” diye sorup duruyordum Aras’a. Yol bittiğinde heyecanım bitmemişti. Eve olabildiğince hızlı gittik. Bir an önce varmalı ve bir dakika daha kaybetmemeliydik, konuşacaklarımızı daha fazla ertelememek adına.
Annem ve babam kapıda karşıladılar bizi. Heyecanla sarıldık birbirimize. Bir yıldır görmüyordum onları, 34 yıldır konuşmuyordum onlarla... Özlemişim…
***
Beklediğim gibiydi. Beklediğimiz gibiydi.
Annem, babam, kardeşim, abim, yeğenlerim “her şey yolunda merak etmeyin” dercesine sakince dolanıyorlardı evin içinde.
Babam bir ara kısa da olsa, ben 18 yaşındayken eşcinselliğimle ilgili bir anısını anlattı. İki kız bana aşıkmış ben de hiç onlara yüz vermemişim. “anlamıştım o zaman, neden sormadım ki sana, söyleyemedim bir şey demek ki” dedi. “Keşke sorsaymışsın” dedim ben de.
***
Sonra eski fotoğraflara bakıldı, eski günler, anılar konuşuldu, eski hikayeler anlatıldı. Gülüştük, eğlendik, muhabbet ettik, yılların acısını çıkartırcasına daha da yakın olduk…
İyi ki de bu günleri gördük…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)