29 Ağustos 2014 Cuma

Nice yıllara

29 Ağustos 2014 Ankara

Barış’a
Nice yıllara
Aklanmak için kaleme sarıldığım, iyi ki gecelerden biri, hem de ne iyi ki. Bunlar birikenlerden çok biriktirilen sözler benim için. 30 yaşımın tüm güzelliği üzerimde. Ben dediğime bakma, bu güzel yaşımın ilk gününü sana yazarak geçirmek istedim. Doğum günü kelimesinin ağırlığı bile sana taşıyor beni sevgilim.
Doğum ne anlamlı ne çağrışımlı bir kelime. Gerçekten 30 yıl önce bugün mü doğdum ben? Yoksa içimden ay kanamaya başladığında mı?
Doğmaktan çok kurulan, inşa edilen, bedenimin karanlık odalarında demlendikçe olduğum, sordukça yanıldıkça, sonra daha iyi yanıldıkça, kırıla kırıla, devire devire, mezar denen bedeni yırta yırta VAROLANDAN başka bir şey değilim ben aslında.
Sevgilim; en güzel yaşım, senin için doğmadıysam da seninle oldum ben, haritanın kayıp parçası? Pusulamın kuzeyi? Aklımın domino taşlarına kibarca dokunan ellerin dengemi sarstı biliyorsun. Sadece dengemi mi? Bana dokundu ve küçümsediğim tüm cümleleri kurdurdu, kapılarında bekletti, rezilleştirdi, çıldırttı, sarsılmış aklım korktu, aşk beni ensemden tutup bilmediğim bir iklime uyandırdı. Bunu senden başka kimse yapamazdı, artık eminim.
Sevgilim ben Esat’ın tüm yokuşlarını sana geliyor diye arşınlamaktayım.
Dinginliğine sakinliğine, yeryüzünden silindiğine emin olduğum ve iyi ki yanıldığım nezaketine, ince parmaklarına, dokunduğun eşyalarda bıraktığın izlere âşık oldum.
Gündelik hayat sana gelmek için, seni görmek için, sana dokunmak, sesini duymak için geçmem gereken, seni sevme işçiliğimin zorunlu kayıp bir zamanı benim için. Gündelik hayat sonunda sen olan, çözmem gereken sıkıcı bir bulmaca.
Senin için Düğümler atıyorum sevgilim, tüm güzel şeyleri birbirine bağlamak istiyorum, her düğümü öğrenmek çözmek istiyorum, senin sevdiklerini benimkilere ekliyorum bir tüy küpe çengeliyle. Tohumun filizin başını bekliyorum. En ince kırılgan dalları en gergin direklere bağlıyorum. Düğüm atıyorum, sökükleri dikiyorum, şatoları yıkıyorum, hepsini de sen beni gör diye yapıyorum, sadece sen gör diye.
Biliyorsun 30 yaşımın hak etmişliği heyecanlı kıpırdıyor içimde, şenliklerim senin için sevgilim.
Ve elbette bu yazı senin için, bildiğimi sandığım her şeyi unutmayı öğrettiğin için ve cehaletime gülümsediğin için, hep soru sorduğun, hep sorgulattığın için, ilk karşılaşmamızda, Kaos’un kapısını o gün sen açtığın için (ve Kaostaki en yakışıklı lubunya olduğun için)
Hem bu kadar sakin, hem bu kadar muzip, hem bu kadar muhalif olduğun için,
Bana hep inandığın için, yeryüzünde benim özgürlüğümü önemseyen, bunu bana hissettiren tek insan olduğun için. Özgürlüğüme değer verip birlikteliğimiz kadar yalnızlığımı da önemsediğin için.
Sıkılmadan çocukluğumu dinlediğin için, (kolay değil 3 yaşımdan itibaren neredeyse her günümü hatırlıyorum ve anlatıyorum) sabırla beni dinlediğin için.
Yaşadığım tüm haksızlığa, hukuksuzluğa karşı benimle birlikte mücadele ettiğin için. Dünyayı değiştirme hayaline beni de dâhil ettiğin için ve devrimin burada, bende başlayacağını, önce kendimi alaşağı etmem gerektiğini hatırlattığın için.
Sesin bu kadar güzel olduğu için ve sıkılmadan dinleyebildiğim tek insan olduğun için, hayatıma dokunduğun için,
Kısaca sevgilim, tutunduğum göbek bağında hissettiğim güvensizliği, korkuyu unutturduğun için, ismin Barış olduğu için Şenlikler Sana sevgilim, nice yaşlara.

Aras Güngör

4 Aralık 2012 Salı

Evlilik Programında Eşcinsel Evlilik Talebi

Ekin Tv'de yayınlanan evlilik programında arayan erkek katılımcı kadın yerine bir başka erkek yarışmacıya talip oldu. Olanlar oldu.


Bülent bey: Çok beğendim çok güzel hanımlar ama benim adayım Haluk Bey
Sunucu: Neyyy?
B: Haluk bey
S: İnanamıyorum
B: Ben size şöyle söyleyeyim yıllarca Hollanda’da yaşadım
S: Şaka yapıyorsunuz, (gülüşmeler)
S: Haluk Bey talip sizeymiş
B: Haluk Bey’e talibim ben daha önce bir evlilik yaptım
Haluk Bey: Şaka mı acaba
B: Yok gerçek, gerçek Haluk Bey
S: Pardon?
B: Haluk beyle görüşebilir miyim?
H: Benim buyurun
Gülüşmeler
B: Size şöyle söyleyeyim, kendinize bakan bir insansınız
S: Bülent Bey, Bülent Bey
B: Buyurun
H: Anlayamadım ki, siz bana niye talip oluyorsunuz ki, anlayamadım ben bu işi
S: Bülent Bey yanlış anladık sanırım
B: Hayır hayır yanlış anlamadınız, ben Hollanda’da daha önce bir bayla evliydim
S: Efendim?
B: Hollanda’da biliyorsunuz bu işler resmidir yani erkek erkeğe evlilik
S: Erkek erkeğe mi?
B: Erkek erkeğe evet resmidir diyorum
Diğer Kadın Yarışmacı: Evet doğrudur orada Hollanda’da böyle bir grup var
S: Bu şaka bu gerçekten gerçek olamaz
D: Yok beyefendinin dediği doğru ama Bülent beyin dediği
H: Benim gibi bir adama.. Yani ben bunu hiç duymamış olayım, siz de aramamış olun beni... Beyefendi, öyle birşey olamaz Hollanda beni ilgilendirmez. Ben Türk erkeğiyim sapına kadar da erkeğim. (gitar giriyor) 
S: Bülent Bey hatta mısınız? Hat düştü, isabet bir karar olmuş.

Burada bitiyor konuşma.
Öncesinde Bülent Bey'in arabaları, evleri, malvarlığı hepsinin ağzını nasıl da sulandırıyor izlerseniz görüntüleri. Sonrasında sapına kadar erkek oluyorlar. Sapına kadar erkek ne demekse artık?

Şaka gibi geliyor insanlara eşcinsellerin evlilik talepleri. Duyduklarına inanamıyorlar, inanmak istemiyorlar, aklını kaçırmış birisiymiş gibi davranıyorlar, oysa eşcinseller bunları sizlerden öğrendi ve sizin sahip olduğunuz bir “hak”ka sahip olmak istiyorlar sadece, burada şaşırılacak ne var ki? Öncelikle topluca şaşırmamız gereken TV’lerde eş aramak olmasın sakın???



15 Kasım 2012 Perşembe

Anayasa'ya "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği" ifadeleri eklensin!


Anayasa'nın eşitlik maddesinde "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği" ifadeleri eklensin…

Eğer herkes eşit ise bizim de Anayasa'da yer almamız gerekir. (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) LGBT’ler olmadan yeni Anayasa olmaz, eksik kalır.
Cinsel yönelimin içinde yer almadığı bir madde olmadan eşitliğin sağlanacağını düşünmüyoruz. Eğer herkes eşit ise eşcinsellerin, biseksüellerin, transların da Anayasa'da yer alması gerekir. Aksi takdirde Anayasa’nın eşitliği düzenleyen maddesi eksik olur.

Türkiye'de şu kadar insan eşcinsel, şu kadar insan trans demeye de gerek yok. Bir kişinin bile canı yanıyorsa, bir kişi bile cinsel yöneliminden/cinsiyet kimliğinden dolayı nefretle karşı karşıya kalıyor, cinayete kurban gidiyorsa bunun tanımlanması gerekiyor.

Hükümetin, “Herkes eşittir” yönündeki söylemlerini gerçekten yerine getirmesini istiyoruz.

2002 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bir TV programında dillendirdiği “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” sözlerini yeniden yeniden hatırlatmak da görevimiz!


Mektuplarınız e-mail yoluyla başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere Anayasa Komisyonu’ndaki yetkililere gönderilecektir:

T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu)
Anayasa Komisyonu Başkanı (Burhan Kuzu)
Anayasa Komisyonu Sözcüsü (İSMET SU)
Anayasa Komisyonu Katip Üyesi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi (FATOŞ GÜRKAN)
Anayasa Komisyonu Üyesi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi (CANAN CANDEMİR ÇELİK)
Anayasa Komisyonu Üyesi Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi (AYLA AKAT)
Anayasa Komisyonu Üyesi (AYŞE TÜRKMENOĞLU)
Anayasa'ya "cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği" ifadeleri eklensin!

8 Kasım 2012 Perşembe

Avcılar'da Evleri Mühürlenen Translardan Açıklama


07.11.2012


Kamuoyuna,

Avcılar’da süregelen transseksüel kadın linç kampanyası bugün nihai amacına ulaşmıştır. Hiçbir gerekçe ve delil gösterilmeden evlerimiz mühürlendi ve elimizde zar zor alabildiğimiz bir iki parça kıyafetlerimizle kışın ortasında sokakta kaldık. Bütün resmi kurumlara başvurmamıza rağmen hiçbir açıklama yapma gereği duymadan evlerimizden atıldık.

10 – 15 yıldır transseksüel kadınların oturduğu bu sitede daha düne kadar hiçbir sorun yok iken, kentsel dönüşümle arsa payı değerlerinin artmasıyla transseksüel kadınlar kötu ilan edilmiş ve yıllardır oturdukları evlerinden atılmaya çalışılmıştır. Kaymakamlık ve Emniyet’in desteği ile de amaçlarına ulaşmışlardır. 3 aydır sürekli hakaret ve tehditlere maruz kaldık. Sitenin önünde ve arkasında 10 u çocuk 30 kişilik bir kalabalıkla sürekli eylem yaptılar. Megafonlarla bağırarak fuhuşa hayır derken bir yandan da “translara hayır, ne idüğü belirsiz yaratıklar, bunları da alın askere, birincisi, ikincisi hani bunun üçüncüsü gel de çocuğuma ne olduğunu sen anlat” diyerek sürekli bize hakaret ve tehditlerde bulundular. Bizleri tahrik etmeye çalıştılar. Ateşler yakıp ateş etrafında “PKK ile nasıl savaştıysak travestilerle de savaşırız” diyerek savaş çığırtkanlığı yaparak linç kampanyasını bir adım öteye götürmeye çalıştılar. Haftalarca Avcılar’da bütün esnafları ve okul aile birimlerini gezip el ilanları dağıtmak suretiyle insanları bize karşı kışkırttılar. TV kanalları aracılığıyla bile bize saldırdılar.  Bizlere hakaret edip bazı arkadaşlarımızın kimlik isimlerini kullanarak deşifre olmalarına ve hatta bir arkadaşımızın intiharına sebep oldular. Sürekli arkadaşlarımızın aileleri aranıp çocuklarının trans olduğu ve fuhuş yaptığı ile ilgili bilgi vererek çıldırma noktasına gelmemiz için çabalamışlardır.

Onca kışkırtma ve yönlendirmeye rağmen sağduyulu halkımız bu oyuna kanmamış ve o savaş çığırtkanlığı yapan grubun sayısı 40 ı geçememiştir. Haftalar boyunca polis eşliğinde bize yapılan onca saldırıya ve bizden bunu beklemelerine rağmen biz hiçbir şey yapmadık. Devlete güvendik, polise ve savcıya güvendik ama yine de bizzat Kaymakamlık tarafından evlerimiz mühürlendi.

Eylemler yan binada yasayanlar tarafından başlatılmıştı. Daha sonra yüzlerce insanın yaşadığı siteden sadece yönetici Selim Palandöken ve Hürriyet Aydın adlı şahıslar 3 gün sonra o da lutfen katildi. Her fırsatta bizim fuhuş yapmamızdan rahatsız olduğunu söyleyen grup, sitede çalışan hayat kadınlarına dokunmamış üstelik yönetici eliyle bunlardan rant sağlamıştır. Yıllardır fuhuş yapanlardan nemalanan yönetici, daha düne kadar evlerimizden çıkmayan Hürriyet Aydın, birden bizlere düşman olmuş ve iktidar yanlısı kaypak beyinler gibi taraf değiştirmişlerdir. Bizden rahatsız olduklarını söyleyip bir yandan da sürekli yeni evler satın almaya devam ettiler ve bunlar da yetmemiş olacak ki, evlerinin değerinin bizim yüzümüzden düştüğünü her fırsatta dile getirip şimdi bizim evlerimize göz dikmişlerdir.

Tuğrul – Gaye Selçuk çiftinin ve Topal İsmail diye anılan engelli şahsin sürekli olarak pahalı lüks otomobil ve jeeplerinin içerisinden megafonla bize hakaret etmeleri ve dışarı çıkamaz hale getirilmemiz yetmemiş olacak ki, şimdi de Emniyet ve Kaymakamlık vasıtasıyla her şeyi kılıfına uydurulup ortada fuhuşa dair delil olmamasına rağmen, her trans kadın fahişedir mantığına istinaden inisiyatiflerini kullanıp evlerimizi mühürlemek suretiyle sokağa attılar. 

Toplam 8 ev mühürlendi. 14 transseksüel kadın kışın ortasında sokakta kaldı. İçimizde fuhuş yapmak zorunda bırakılan da var inadına yapmayan da var. Çok zor durumdayız! İnsanin cenneti evidir. Cennetimi aldılar. İnsanin evi kalesidir. Kalemi aldılar. Yıllardır fuhuş yani zorunlu seks isçiliğine zorlanan transların fuhuş yapmak zorunda olmalarının faturası yine onlara kesildi. Fuhuş yapmayan transların fahişe muamelesi görmesi engellenmedi, engellenemedi. Yaşam ve barınma hakkımıza saygı duyulmadı. Ödediğimiz vergilerin bize yol, su ve elektrik olarak döneceğini beklerken, hakaret, tehdit ve aşağılanma olarak dondu. Vergisini ödediğim evim elimden alındı. Ödediğim vergilerle maaşını alan memur benim evimi mühürledi ve beni sokağa attı.

Biz de bu ülkenin vatandaşlarıyız, vergi mükellefleriyiz ve insanıyız. Bizim de atalarımız bu topraklar için cani pahasına savaştı. Bizim de atalarımız bu toprağın altında yatıyor.

İnsanlar beni sevmek zorunda değil ama bana saygı duymak zorundalar. Benim yasam ve barınma hakkıma saygı duymak zorundalar. Ama bu ülkenin vatandaşlarını sahip olduğu her hakka benim de sahip olmam gerekirken bizzat Savcılık ve Kaymakamlık eliyle yasam ve barınma hakkımız gasp edilmiş ve elimizden alınmıştır. Can güvenliğimiz yok, yatacak yerimiz yok ve artık 3 aylığına da olsa yaşayabileceğimiz bir evimiz yok. Bizler insanların yüreklerine sığınmış evsizler değiliz. Hayattan, insanlardan ve Devletimizden bizim olanı istiyoruz sadece.

YAŞAM ve BARINMA HAKKIMIZ ENGELLENEMEZ...

Avcılar Meis Sitesi Trans Kadınlar İnisiyatif Grubu

Oya Sultan - Michelle Demishevich

3 Kasım 2012 Cumartesi

AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR VE DİRENEN KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR!


Yeryüzüne Özgürlük Derneği açlık greviyle ilgili bir basın açıklaması yayınlamış:

AÇLIK GREVİNDEKİ TUTSAKLAR VE DİRENEN KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR!

BASINA ve KAMUOYUNA,

12 Eylül 2012'den bu yana açlık grevinde olan ve sayıları 700'e yaklaşan siyasî tutsağın, bugün itibari ile eylemlerinin 53. gününe girilmiş bulunulmaktadır. Sağlık durumlarının kritik olması ve gittikçe kötüleşmesine rağmen, hükûmet ve yandaş medya organları, bu sessiz isyanı gözardı etmek için eylemleri, kamuoyu nezdinde manipüle etmek ve halkı oyalamaya çalışmaktan geri kalmayan kirli bir oyun oynamaktadır. Geçtiğimiz sene Aralık ayında Roboski'de olduğu gibi, bizzat devletin ordusunun savaş uçakları tarafından üzerilerine bomba yağdırılıp öldürülen 34 insan için özür dileme gereği bile duymayan, Gazi ve Sivas katliamlarında olduğu gibi birçok katliamda, soruşturmaları zaman aşımına terk eden ve açtığı yaraların kapanması yönünde en ufak bir telafi çabası göstermeyen, yıkıcı politikalarından vazgeçmeye asla niyeti olmadığına her geçen gün şahit olduğumuz iktidar, yine yaşamları hedef almaya devam ediyor.

Her türlü devlet organınca baskı altında yaşamaya zorlanan, hapishanelerde türlü işkence ve kötü muameleyle sindirilmeye çalışılan siyasî tutsaklar, açlık grevlerine tamamen insanî talepler üzerinden başladıklarını ve bundan başka çarelerinin kalmadığını belirtmiş, sonunun ölüm veya kalıcı rahatsızlıklara neden olabileceğinin bilincinde olarak, bedenlerini zindanlara karşı son direniş kalesi haline getirmişlerdir. 12 Eylül'de açlık grevine başlayan tutsaklardan bazıları, direnişlerini ölüm orucuna çevirdiklerini çeşitli medya organları üzerinden duyurmuş, çaresizliğe mahkûm edilen, özgürlükleri ve yaşamları gaspedilenler olarak, devletin ve medyanın bu kayıtsız tutumunu teşhir etmek için, direnişi sokağa dökme çağrısında bulunmuşlardır.

Buna karşı devletin, çözümün çok uzağında yer alan tutumu, tutsakların taleplerini hiçe sayarak, eylemleri kamuoyu nezdinde "örgüt infazı"ymış gibi gösteren, kendi sığ politikalarına altyapı kazandırmaya çalışan, dün olduğu gibi bugün de birçok konuda kayıtsızlığına şahit olduğumuz medyaya ek olarak, Bakan Ergin'in “Her şey kontrol altında, açlık grevindekilerin sağlığına ve hayatlarına titizlikle yaklaşıyoruz, olumsuz bir duruma müsaade etmeyeceğiz” gibi 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonlarından hatırlayacağımız bir üslupla, eylemcilere izolasyon tehdidinde bulunulmaktadır. Ayrıca, bazı cezaevlerinde tutsakların sıvı ve B1 vitamini ihtiyaçlarının giderilmesine izin verilmeyerek, işkence mekanizmasını alttan alta devreye sokan devlet, bununla da yetinemeyerek, çocukları ve yakınları için endişelenerek cezaevi önlerinde toplanan ailelere ve destekçilerine, gaz bombaları ve coplarla müdahale etmiş, ayrıca resmi-sivil faşist grupları eylemcilerin üzerine kışkırtmaktan geri kalmamış ve çığ gibi büyüyen bu tepkiye karşı her türlü baskı mekanizmasını devreye sokmuştur. 

Kürt siyasî tutsakların talepleri, Kürt halkının verdiği hak ve özgürlük mücadelesinin talepleriyle paraleldir. Bu eksende, uzun yıllardır süren bir mücadelenin cezaevlerindeki son hali olan bu direniş, tutsakların öncülüğünde sokaklara taşınmış, Türkiye ve Kürdistan’ın birçok yerinde ve hatta yurt dışında, cezaevi önlerinde veya şehir merkezlerinde dayanışma eylemleri gerçekleştirilmiştir. Günden güne çığ gibi büyüyen ve 30 Ekim'de birçok ilde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen eylemlerle doruğuna ulaşan tepkilere, kolluk güçleri tarafından ırkçı-faşistlerin de eşlik etmesiyle birlikte zalimce ve insafsızca saldırılmıştır. Devletin ve toplumun bu alışılagelmiş ve kasıtlı suskunluğuna sokaklarda tepkisini gösteren binlerce insan ve tutsak yakını polis şiddetine maruz kalmış, yüzlercesi de gözaltına alınmıştır. 

Son olarak, toplumsal gösterilere katıldıkları gerekçesiyle TMK kapsamında yargılanan ve Maltepe Çocuk ve Gençlik Kapalı İnfaz Kurumu’nda tutulan bazı çocukların da süresiz açlık grevlerine katıldıkları haberini almış bulunmaktaydık ki yaşları 14 ile 16 arasında değişen bu çocuklar, BDP'li milletvekili Pervin Buldan'ın ve insan hakları aktivistlerinin ikna çabalarıyla eylemlerini sonlandırmıştır. Yetişkinlere göre açlık grevi sürecinde çok daha bitkin duruma düşen bu çocuklar, açlık grevlerinde herhangi bir ölüm yaşanması durumunda tekrar açlık grevine başlayacaklarını ve ikna konusunda kimse ile görüşmeyeceklerini de duyurmuştur. Bu çocuk tutsakların, açlık grevlerine "çocuk olarak" sağladıkları katılım ve yine çocuk olarak bu süreçte ruhsal ve bedensel olarak yaşadıkları, muhalif kesimler de dahil olmak üzere kamuoyunca fazlasıyla ihmal edilmektedir. Medyada ve toplumda, bir ünlünün giydiği kürk kadar gündem maddesi oluşturamayan bu sancılı süreç, insanlık denilen içi boş kavramın bir kez daha olmadığını bizlere göstermiştir. Medyada yer alan ve Başbakan'ın da kullanmaktan utanmadığı "kuzu şiş" gibi saçma sapan haberlerin ve Bakan Ergin'in "her şey kontrol altında" açıklamalarının aksine, Tekirdağ F-Tipi Cezaevi'nde doktorların açlık grevindeki tutsaklara tıbbî kontrol uygulamamasının ayyuka çıkması, açlık grevindeki insanların ne kadar önemsendiğini gözler önüne sermiştir. Özellikle Siirt E-Tipi Kapalı Cezaevi'nde ve Kandıra 1 No'lu F-Tipi Cezaevi'nde tutsaklarda kalp sıkışması, nabız-tansiyon düzensizliği, böbreklerde ve idrar yollarında ağrılar, şiddetli baş ağrıları, göz kararmaları, çarpıntı, mide bulantısı, çeşitli kanamalar olduğu ve bazı kadın tutsakların midelerinin artık sıvı kabul etmediği, açlık grevini sürdüren tutsakların ısınma sorunlarına dair haberler gelmeye başlamıştır.

Günlerdir, dönüşümsüz açlık grevine devam eden yüzlerce tutsaktan bazıları, musluk suyu ile eylemlerine devam etmekte, geçmiş yıllarda benzer açlık grevlerinde yaşananlardan daha beteri günümüzde yaşanmakta, tutsakların en yaşamsal ihtiyaçları bile cezaevi idarelerince karşılanmamakta ve görmezden gelinmekte, Türk Tabipler Birliği'nin Adalet Bakanlığı'na yapmış olduğu "izleme" başvurusu halen yanıtsız bırakılmakta, tutsaklara ulaşmak isteyen bağımsız, tarafsız, gönüllü hekimlerin girişimleri yok sayılmakta ve açlık grevini sürdüren tutsakların yaşadığı süreç en azından tıbben dahi olsa izlenememektedir. Açlık grevi gibi metabolizmayı yoran ve kalıcı, ölümcül sonucu olan eylemlerde dışarıdan takviye ile alınması zaruri olan B1 vitamininin bile tutsaklara verilmeyişi ve geciktirilmesi, bu konuda cezaevi idarelerince sürdürülen gelişigüzel uygulamalar, bakanların, Başbakan'ın ve medyanın açlık grevlerine karşı tutumu, günden güne bedenlerini tüketen tutsakların hayatlarının ve taleplerinin ne denli dikkate alındığının bir göstergesidir. Bu nedenle, yaşanan bu süreci endişe ile izlemeye devam ediyoruz. 

Zindanlardaki bu çığlığa kayıtsız kalmayı yeğleyen devletin ve medyanın bu tutumunu kınıyor, çok yakın bir süre içerisinde üzücü sonlara sahne olabilecek cezaevlerinde yaşanan ve yaşanacak tüm hak ihlallerinden devleti sorumlu tutuyoruz. Açlık grevindeki tutsakların ve Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelelerinde yalnız olmadıklarını ve onları, özellikle yakın tarihte, yaşanan birçok katliamın, faşist eylem ve girişimin, acıların baş sorumlusu olan devletle mücadelelerinde yalnız bırakmayacağımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.
Endişe ile izlediğimiz bu süreçte, haklara duyarlı olan tüm kesimleri dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.

Birimiz özgür değilsek, hiçbirimiz özgür değiliz!

Tüm politik tutsaklara özgürlük!

İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük!


Yeryüzüne Özgürlük Derneği  
yeryuzuneozgurluk@gmail.com 
03 Kasım 2012

2 Kasım 2012 Cuma

Ölüm değil çözüm istiyorum!


12 Eylül’den beri izliyorlar… Aslına bakarsanız yıllardır izliyorlar. Sadece yaptıkları bu. 1950’de Nazım Hikmet’i izlediler. 1963’te Celal Bayar’ı, 1972’de Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ı izlediler. 1984’te Devrimci Sol ve TİKB’den 400 mahkumu izlediler ve o sene Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş ve Hasan Telci’nin ölümünü izlediler… 1987'de Sağmacılar Cezaevinde 50 mahkumun açlık grevini, 1996 yılında 43 cezaevinde 2174 mahkumun açlık grevini ve 355 mahkumun ölüm orucunu, 20 Ekim 2000’de 816 mahkûmun başlattığı açlık grevinin bir ay sonra ölüm orucuna dönmesini ve 30 mahkumun ve 2 jandarmanın Hayata Dönüş operasyonuyla öldürülmesini ve açlık grevleri nedeniyle pekçok mahkûmun Wernicke Korsakoff sendromu olmak üzere birçok açlığa bağlı hastalığa yakalanmasını… ve sonra PKK, PJAK ve KCK davalarından hükümlü ve tutukluların açlık grevi eylemi 12 Eylül'de Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması, Kürtçenin anadil olarak kamusal alanda kullanılması talepleriyle 7 cezaevinde bulunan 63 kişi tarafından başlatıldı.

Son açlık grevinin 50. gününde 66 ayrı cezaevinde 683 kişinin açlık grevinde olduğunu Adalet Bakanı Sadullah Ergin açıkladı.

12 Eylül’den beri “resmen” insanların ölümleriyle ilgilenmediklerini gösteriyorlar, “açlık grevinde kimse yok” diyorlar, “birileri karınlarını doyururken onlar aç kalıyor” diye bu kadar ciddi bir olayı kolayca ve fütursuzca manipüle ediyorlar, daha da ileri gidip “açlık grevindekiler şov yapıyor” diyorlar.

Daha ne kadar bu durum görmezden gelinebilir? 

Devlet insanları yaşatmak için mi vardır yoksa öldürmek için mi?

Bu sorgulamaları 14 yıllık LGBT aktivizmi hayatımda eşcinsel, transeksüel arkadaşlarım teker teker öldürülürken çok fazla yaptım ve maalesef devletin eşcinsel ve transeksüel bireylerin ölümleri karşısında da hiçbir adım atmaması ve LGBT konusunda inanılmaz bir şekilde görmezden gelme direnci göstermesiyle insanların ölümleriyle ilgilenmediğini acı bir şekilde öğrendim…

Daha fazla bunları öğrenmemek için ben de şunu diyorum:

“Eşcinselim, ötekileştiriliyorum, Kürt Halkının haklı mücadelesine ve açlık grevine destek için, insan olarak grevdeyim! Ölüm değil çözüm istiyorum!”

Barış Sulu
Fotoğraf: Aras Güngör

18 Ekim 2012 Perşembe

Transları “hasta” etme!


20 Ekim 2012’de dünyanın farklı şehirlerinde trans bireyler hep birlikte haykıracak: “Transları ‘hasta’ etme” Çünkü 20 Ekim 2012 Trans Kimliklerin Hastalık Tanımından Çıkarılması İçin Uluslararası Eylem Günü!

Trans Kimliklerin Hastalık Tanımından Çıkarılması ICIN Uluslararası Eylem Günü kampanyası 20 Ekim’de dünyanın farklı şehirlerinde gerçekleşecek.


2007 yılından bu yana Ekim ayında düzenlenen Kampanyanın Temel amaçları, sözde cinsiyet kimlik bozukluklarının teşhis kılavuzlarından çıkarılması (Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 2013'te yenilenecek DSM'si ve Dünya Sağlık Örgütü'nün 2015'te yenilenecek ICD'si) ve trans bireylerin sağlık haklarının güvence altına alınması.

Kampanyanın web sitesinde: “Stop Trans Pathologization-2012 kampanyası, International Net for Trans Depathologization ile eşgüdümlü bir faaliyettir. Bu ağ başta İspanya olmak üzere dünyanın farklı ülkelerinde trans kimliklerin hastalık sınıflamasından çıkarılması için çalışan savunucuların kurduğu bir platformdur.
Aktivistlerin birçoğu İspanya’da yaşıyor olsa da transeksüelliğin hastalık tanımından çıkarılması uluslararası kurumlara bağlıdır, bu nedenle amaçlarımız uluslararası seviyeyededir.” denilmekte.

Kampanyayla sesini duyurmaya çalışan Trans bireylerin talepleri şöyle sıralanıyor:

1. “Cinsiyet Kimliği Bozukluğu” tanımının uluslararası teşhis kılavuzlarından çıkarılması (DSM-V ve ICD-11’in gelecek uyarlamaları)

2. Cinsiyet düzeltme sürecinin sağlık sistemi tarafından sigortalanması


3. Interseks bireyler üzerindeki ikili cinsiyet sistemine normalleştirme terapilerinin
durdurulması


4. Hormon terapisi ve cerrahi desteğe zorunlu psikiyatrik takip olmaksızın ücretsiz ulaşım

5. Transfobi karşıtı mücadele: Eğitim, trans bireylerin istihdamı ve sosyal hayata dahil edilmesi, ayrıca sosyal ve kurumsal transfobinin her çeşidinin ifşa ve rapor edilmesi.

Web sitesinde ayrıca manifesto da yayınlanmakta. Manifestoda “Bir kez daha kamuya, cinsiyet kimliklerinin hastalık olarak ele alınmasına,"cinsiyet kimliği bozukluğu" olarak anılan hastalığın sonuçlarına itiraz ettiğimizi iletiyoruz. Aynı yolda interseks bireylerin de güncel tıbbi uygulamalar sonucu maruz kaldığı şiddeti görünür kılmak istiyoruz.” denilmekte.

Manifesto şöyle devam ediyor: “Transseksüellik ve interseksüellik için var olan tedavi prosedürlerinin temel aldığı paradigma bu süreci ikili cinsiyet sistemi içinde normalleştirmeye zorlayan tıbbi prosedürler haline getiriyor. Bu "norma zorlamak"tır; çünkü bu prosedürler çeşitliliği statiksel ve politik olarak normal varsayılan sadece iki çeşit varoluşa ve yaşama indirgiyor. Bu prosedürleri eleştirmemizin yanı sıra kendi kimliklerimizi yaşamak için psikiyatrinin kadın ve erkek tanımlarına adapte olmayı reddediyoruz. Tıbbi kurumlar tarafından bize dayatılan hiçbir etikete ya da tanımlamaya itaat etmeyeceğiz. Kendi kendimizi adlandırma hakkımızı talep ediyoruz.
Günümüzde transseksüellik ICD-10 (Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Hastalık Sınıflandırılması//International Classification of Diseases from the World Health Organization) ve DSM-IV-R (Amerikan Psikiyatri Derneğin’nin Zihinsel Bozuklukların Tanısal Ve Sayımsal El Kitabı) içinde zihinsel bir hastalık: "Cinsiyet Kimliği Bozukluğu" olarak nitelendiriliyor. Bu tanımlamalar dünyanın her tarafındaki doktorlar tarafından hastalık tanımlamalarında kılavuz olarak kullanılıyor. Cinsiyet standartlarına uymayanların karşılaştığı sosyal şiddet görünmez kılınıyor. Bu şekilde aktif olarak problemin cinsiyet kimliği değil, transfobi olduğu göz ardı ediliyor.”

Siz de bu kampanyayı desteklemek istiyorsanız contact@stp2012.info adresine e-posta gönderebilirsiniz.

Kampanyanın web sitesinde Türkçe seçeneği de bulunuyor: http://www.stp2012.info/old/tr



7 Ekim 2012 Pazar

Kelle koltukta yaşamayı kim hayal eder ki?


Yaklaşık bir ay önce çalışma hayatında lezbiyen, gey, trans bireylerin yaşadığı sorunlar ile ilgili bir araştırma yaparken seks işçiliği yapan trans arkadaşlarla da görüştüm. Sorduğum sorulardan birisi de “kendinizi korumak için, güvenliğinizi sağlamak için ne gibi önlemler alıyorsunuz”du. Çoğu önlem almadığını söyledi ve şu yanıtı verdi, “kelle koltukta yaşıyoruz”

Evet bu cümle zaten olayı özetliyor.

Bilmeyenler için bir öğretici bir yazı olacak bu,
Bilenler içinse bir tekrar...

Translar da seks işçiliği yapmasın deniyor. Kolayca çıkıveriyor bu cümle ağızlardan. Evet yapmasın, zaten temas halinde olduğum ve seks işçiliği yapan bir çok trans arkadaşım da seks işçiliği yapmak istemiyor. İş bulamadıkları için, iş bulamayacaklarını düşündükleri için seks işçiliğinden başka seçenek bırakılmadığı için seks işçiliğine yöneliyorlar.

Konu biraz daha önceye dayanıyor elbette, eğitim hayatında (ilkokul, lise, üniversite) sen bir insana farklı olduğunu sürekli hissettir, yoksay, el kol hareketlerinden, konuşmasından dolayı dalga geç, dışla, ötekileştir ve sonra da eğitimini tamamlamasını bekle. Diyelim tüm bunlardan kaçabildi, kendisini koruyabildi, diplomasını alabildi… Üniversite sınavına girerken transların ne yaşadıklarından haberi olan var mı? Üniversite sınavına girenler bilirler nasıl üst düzey bir güvenlikten geçtikten sonra o soruları çözmeye başladıklarını, transsın, kimlikteki fotoğrafın/görüntün değişik olabilir, kimlikte yazan ismin farklı olabilir, pembe kimliğin olması beklenirken mavi kimliğini çıkartınca o güvenlik görevlilerinin önyargılarını aşmayı bir dene bakalım, bunu kaçınız biliyor? Ya da kaçınız bunu yaşadınız? Evet trans arkadaşlarımın tümü bunu yaşadılar, sadece sınava girerken de değil, hayatlarının kimlik kullanılması gereken tüm alanlarında “acaba sorun çıkacak mı” sorusunu sormak zorunda bırakılıyorlar. Bankada, hastanede, otelde, yolculukta, okulda, sınavda, noterde, devlet dairelerinde, barda… Tüm bu alanları kullanırken binbir sıkıntı çekiyorlar. Soğuk terler döküyorlar. Bunları yaşatmaya ne hakkınız var?

Üniversite sınavına girebildi diyelim tüm bu stresi atlatıp soruları rahatça çözebildi, sonuçları geldi, tercihini yaptı ve sonra bir üniversiteye yerleşti, tüm sorunlar bitti mi? Bitmedi ama hızlı geçelim bu kısmı da, üniversiteden de mezun olabildi… Trans bir birey diplomalı…

Çevremdeki seks işçiliği yapan birçok arkadaşım bu kısımları sorunlu da olsa atlatmışlar, diplomalarını da almışlar, evde saklıyorlar… Çünkü iş veren birileri yok.. Devlete de memur olamıyorlar, cinsel kimlikleri yüz kızartıcı suç kapsamında çünkü. Çoğu trans arkadaşım da bu kısımları atlatamamış ve liseden ayrılır ayrılmaz seks işçiliğine başlamış. Şimdi sorun bu kişilerin seks işçiliği yapmalarında mı seks işçiliği yapma kararı verene kadar yaşadıklarında mı?

Cinsiyetin ile ilgili ortada bir sorun olduğunu düşünüyorsun. Ama bir de bakmışsın ki sana bu toplum bedenini satmaktan başka alan bırakmamış… Bunları mı düşünüyordu acaba trans arkadaşlar çocukken. Büyüyünce seks işçisi olacağım, her gece şiddet yaşayacağım, varoluşum nedeniyle benden nefret eden insanlarla uğraşacağım, sabah bana laf atan akşam koynuma girmek isteyen ikiyüzlülerle karşılaşacağım…. Bunları mı hayal ediyorlardı sanıyorsunuz?

Kelle koltukta yaşamayı kim hayal eder ki?

Durun bir iki dakika düşünün, “mavi gözlüsünüz” diye sizin canınızı yakmak isteyen insanların olduğunu aklınızdan geçirin. Ne kadar tuhaf değil mi? İnsan hiç “mavi gözlü” diye canı yakılmak istenebilir mi? Ne kadar mantıksız, ne kadar akıl almaz? 


21 Eylül 2012 Cuma

İyi ki de bu günleri gördük


1996 yılıydı. Kaos GL dergisiyle karşılaşmıştım. Kapağında iki erkek öpüşüyordu. İki erkeğin öpüştüğünü gördüğümde hayatım değişmişti. Eşcinselliğimin peşinden gitmeye karar verdiğimde 18 yaşındaydım ve tüm bunlardan ailemin bu sene haberi oldu…
 
***
 
Yaklaşık 10 günlüğüne Aras ile tatildeydik. Antalya, Olimpos, Kuşadası derken annemlere, Nazilli’ye de uğrayalım dedik. Ne de olsa babam Hürriyet gazetesinde çıkan röportajımız sonrasında telefonda bana açılmıştı. Birkaç şok birden yaşatmıştım kendisine o telefon konuşmasında ama sonunda hayırlı olan oldu, eşcinsellik konusunda iletişim kurabildik.
 
Şöyle bir telefon konuşmasıydı:
-Nasılsın Barış?
-İyiyim babacığım siz nasılsınız?
-İyiyiz yavrum, neler yapıyorsun, ne var ne yok?
-Aras ile ev bakıyoruz birlikte eve çıkacağız.
-Evet, okudum gazetede, annene de okudum sonra, size de bir şey yapamadık, kusura bakmayın.
-Yok, sorun değil babacığım biz çeyiz de düzüyoruz zaten yeni evimiz için
 
Sonrasında 34 yıllık derin bir nefes almıştım çok iyi hatırlıyorum. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden de geçmişti. Yüz yüze karşılaştığımızda neler neler konuşacaktık acaba, Aras ile birlikte bu sefer yanlarına gittiğimizde nasıl karşılayacaklardı? Sorular sorular sorular…
 
Geçmiş onlarca seneyi bir şekilde telafi etmenin zamanı gelmişti kısacası. Cinsel kimliğime dair 34 yıllık suskunluğu aşmıştık, şimdi aramızdaki bu engeli kaldırıp rahat rahat konuşmanın zamanıydı. Tatil için de bu kadar yaklaşmışken Nazilli’ye, uğramamak olmazdı annemlere.
 
Kuşadası’ndan Nazilli’ye 2 saatlik yolda çok ama çok heyecanlıydım ama sanki sadece Aras heyecanlıymış ben de hiç heyecanlı değilmişim gibi “Heyecanlı mısın?” diye sorup duruyordum Aras’a. Yol bittiğinde heyecanım bitmemişti. Eve olabildiğince hızlı gittik. Bir an önce varmalı ve bir dakika daha kaybetmemeliydik, konuşacaklarımızı daha fazla ertelememek adına.
 
Annem ve babam kapıda karşıladılar bizi. Heyecanla sarıldık birbirimize. Bir yıldır görmüyordum onları, 34 yıldır konuşmuyordum onlarla... Özlemişim…
 
***
 
Beklediğim gibiydi. Beklediğimiz gibiydi.
 
Annem, babam, kardeşim, abim, yeğenlerim “her şey yolunda merak etmeyin” dercesine sakince dolanıyorlardı evin içinde.
 
Babam bir ara kısa da olsa, ben 18 yaşındayken eşcinselliğimle ilgili bir anısını anlattı. İki kız bana aşıkmış ben de hiç onlara yüz vermemişim. “anlamıştım o zaman, neden sormadım ki sana, söyleyemedim bir şey demek ki” dedi. “Keşke sorsaymışsın” dedim ben de.
 
***
 
Sonra eski fotoğraflara bakıldı, eski günler, anılar konuşuldu, eski hikayeler anlatıldı. Gülüştük, eğlendik, muhabbet ettik, yılların acısını çıkartırcasına daha da yakın olduk…
 
İyi ki de bu günleri gördük…